Giriş
Merhabalar, ilk yazıma hoş geldiniz. Bugün Can Yayınları’nın 1995 basımlı “Yine Düşünce Özgürlüğü Yine Türkiye” adlı bi yazılar derlemesi kitabında okuduğum ve çok beğendiğim, Ahmet Altan’a ait bir yazı hakkında yorumlarda bulunmak istiyorum.
Öncelikle kitap hakkında genel yorumlarımı vermek istiyorum. Kitapta birçok bilindik sanatçının çok güzel fikirlerine yer verilmiş. Adından da anlaşılacağı üzere yazıların çoğunun ana teması ifade ve düşünce özgürlüğü. Özellikle yazıldığı tarihe kadar yaşadığımız -ki hâlâ daha bu sorunları yaşamaktayız- kürt sorununun neden çözülemediği ve uygarlık olarak neden ileriye gidemediğimiz hakkında yüzeysel fakat haklı yorumlarda bulunmuşlar. Özellikle cumhuriyetin ilanından beri ifade özgürlüğünün nasıl iktidar sahibi güruhun elinde olduğu ve medyayı nasıl yönettiklerine dair çok iyi yorumlar var.
Bu yazımda ele alacağım yazı Ahmet Altan’ın Caniler Çağı yazısı. Genel hatlarıyla yazı devlet eliyle, insanların insanları öldürmesinin bizleri nasıl canileştirdiğini ve canavarlaştırdığını anlatıyor. Ahmet Altan, yazıya girişi Fransız İhtilaliyle yapıyor. İhtilalin ardından insanların birer birer nasıl giyotinle idam edildiğinden ve halkın bu idamları ilk başlarda nasıl korkarak izlediğini; ardından şakalar içinde ve mahkûmlarla alay ederek izlediklerinden; bir gün önce idam kararları veren savcıların nasıl giyotinle idam edildiklerinden bahsediyor. Aslında ilk paragrafta bile bütün yazı özetlenmiş diyebiliriz. Çünkü yazı; insanın, insana olan zulmünün insanları nasıl canileştirdiğini ve duygusuzlaştırdığını anlatıyor.
Yorumlarım & Düşüncelerim
Şimdi ise yazıdan bir paragraf üzerine yorumlarımı anlatmak istiyorum. Bu paragraf o zamanların Türkiye’sini -ki bence şu anınkini de- anlatıyor.
Türkiye’nin ölümle ilişkileri gittikçe garipleşiyordu. Önceleri korktuğumuz ölüme şimdileri alıştık, hatta yavaş yavaş biz de ölümle eğlenir olmaya başladık. Sonu delik deşik cesetlerle biten polis baskınlarında insanların çevreye toplanıp bayraklar sallayarak alkışlaması, ölenlerin, fikirleri ve amaçları ne olursa olsun, birer insan olduğunu unutup kanlı vücutlar basılan evlerden çıktıkça sevinçli gösteriler yapması, sonra da eğlenceli bir piknikten döner gibi evlerine gidip uyumaları, ruh sağlığımızda ciddi çatlaklar meydana geldiğini gösteriyor.
Aslında çok güzel bir noktaya parmak basıyor bu paragrafında Ahmet Altan. Çünkü ölüme alışırsak, ölümü her gün yaşanan normal bir şey haline getirirsek (Şiddet sonucu oluşan ölümden bahsediyorum.) problemlerimizi nasıl çözeceğiz. Sonuç olarak ölüm artık her yere dağılmış bulunmakta. Trafikte yanlış hareket yaparsan maganda kurşununa ölürsün. Birisine ters bakarsan mafya kurşununa ölürsün. Hiçbir şey yapmasan sokak köpeğinden kuduz kapıp da ölebilirsin hiç fark etmez.
Ayrıca çocuklarımızın yarısının “şehit” ve bir yarısının da “hain” olarak öldüğünden bahsediyor. Ancak kimse bunu nasıl çözeceğimizden bahsetmek istemiyor. Ağzını açmanın bölücülükle eşdeğer olduğu bir ortamda nasıl çözebiliriz ki? Türk devletinin bu aşamada yapması gereken iş, bu ülkenin her bir vatandaşı için ifade özgürlüğünün garantisini vermek olmalı. Ki ifade özgürlüğünün eksikliği sadece Kürt sorunu için değil ülkenin her vatandaşı için birer sıkıntı unsuru. Bu duruma 1 aydır Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ’ın hapiste tutulması, hakkında soruşturmaların başlatılması ya da her geçen gün, 2028 genel seçimleri CHP de facto cumhurbaşkanı adayı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na soruşturmalar başlatılması ya da en basitinden sadece tweet attığı için gözaltına alınan duruşmalara çıkan ve üzerilerine havadan mali sorumluluklar bindirilip sicilleri karalanan yüzlerce genç ya da haber yaptığı için gözaltına alınan binlerce gazeteci örnek verilebilir.
Sonuçlar & Çıkarımlar
Ahmet Altan yazının sonlarına doğru sanki ölüm hep başkasına gelecekmiş gibi bir algıya sahip olduğumuzdan bahsediyor ve bence bu çok doğru bir çıkarım. Eminim ki çoğumuz asla akşam 7 haberlerinde şehit haberi gördükten sonra bu genç askerin yerinde ben de olabilirdim demiyoruzdur. Ama bu ölüm düzenine bir son vermezsek her gün sıra bize gelebilir. Sadece şehit olmaktan bahsetmiyorum. Tabii ki de bir ülkü, bir amaç, bir inanç uğruna; bizler uğruna; ülkemizin vatandaşları, güvenliği uğruna şehit olmak yanlış bir şey değildir ve aksine şerefli bir şeydir. Ama kimsenin baba ocağına o haber gelmemeli, kimsenin anası bu acıyı yaşamamalı. Bu yüzden problerimizi şiddetle çözmek yerine birbirimizi dinlemeye başlamanın bence vakti geldi.
Unutmamalıyız ki hiçbir insan ırkı, dini, dili, yaşı, cinsiyeti ne olursa olsun ölmeyi hak etmez. Bu herkes için geçerlidir.
Yorumlarımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Öneri, sorularınız, eleştirileriniz için benle iletişime geçmekten lütfen çekinmeyin.
Kaynakça
Altan, A., “Caniler Çağı”, Yine Düşünce Özgürlüğü Yine Türkiye, Haz. S. Kılıç, İstanbul, Can Yayınları, 1995, 29-31
Leave a Reply